Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

HAKKIMDA

Blog yazılarının da telif hakkına tabi tutulabileceğini hatırlatırız.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

BATAN GEMİ

Bazen gel... 
İlla yanıma değil.
Bir telaşla tıpış tıpış kaçtığın,
Gözlerimi fal taşı gibi açtırıp,
İnat edip kaçabildiğin,
Sen gittikten sonra sulara gömülen,
Batık geminin kalıntılarını aramaya.
Bazen gel... Bin bir sandala.
Sandal seni kurtarmaz ama,
Belki sen de yanıma gelirsin, en dipte beraber dalmaya.
İlla yanıma değil;
Kıl payı kaçırdığımız mutluluğun,
Topuklayarak bizden kaçan aşkın,
Bize doğru yönelen o çılgın dalganın,
Kalıntılarına.
Bazen gel...
İlla yanıma değil.
Kıyıya yaklaştığımız anda,
Bize el sallayan limana,
Çürümüş cesedimin yanına,
Beni uzaktan koklamaya.
Aynı kokuyu bulamazsın ki...
Bir daha su yüzüne çıkmaya gücüm yetmez ki.
Bazen gel... İlla yanıma değil.
Yine topuklayarak farelerden erken kaçmaya.
Öyle ya; kaçmazsan sen, sen olamazsın ki.

Kod Adı: HayaL Çankay




http://www.sanatsos.com/yazar/hayal-cankay.html

24 Mayıs 2013 Cuma

SANA NE FAHİŞEDEN?!


Şu dengesiz şairler fahişelerden ne isterler? Anlamam.Lakin; fahişelerin onlardan ne isteyeceği kesin...Ah... Keşfedilmeyi bekleyen seni gidi yazar...Sana ne fahişeden, isterse yalnız yatar!

Hayal ÇANKAY

23 Mayıs 2013 Perşembe

İnancını Kaybetmek - Makale - Hayal Çankay


Yolun başında...

Ne oldu dersin duvarcılar, çin seddi bitince?
Her yolun başında birileri olur yanımızda ve sonrasında başka hayatlarla karşılaşırız. Yollar ayrılır, insanlar değişir, kimisi bir iz bırakır, kimisi yalnızlığımızı
buluşturur bizimle yeniden... Çoğu kez üzüldüğümüz, çoğu kez sevince boğulduğumuz anlarımız olur. Her şeyin başında yolu kiminle devam edeceğimizin
kararını vermemiz gerekir. Velhasıl; bunun olması için önce insanlara ve hayatın adaletine güvenmemiz için başlı başına sebeplerimiz, nedenlerimiz, niçinlerimiz
olmalıdır.

Olmaz. Adalet deyince insanın yüzünde ufak bir tebessüm oluyor değil mi? Neye göre, kime göre?
Adalet kimde? Kim almış saklamış mahzenlerde. Sistemin köleleştirdiği insanlardanız hepimiz... Başkalarının koyduğu kurallarla insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman
özgürlüğümüzü tamamen elimize alamadık. Tarih tekerrür ediyor zaman hızlıca akıp geçerken... Ve biz hala adaleti arıyoruz bir yerlerde.
Sormaya utanıyoruz, almaya hakkımızı... Bir zaman makinasına ihtiyacımız olsa, yine alamayız onu, belki aldığımızı zannederiz.
Hızlıca akıp geçerken zaman, herkes birilerine acı, birilerine mutluluk dağıtırken ve hepsinin teker teker bu dünyadan göçeceğini bilmemizdir adaleti aramama nedenimiz.
Kalben yoksunluğa alıştırıldıkça, midesizliğe modern kılıflar uydurmaya başlandıkça, sevginin değeri düşürüldükçe, güçlü insanların en tepede, güçsüz insanların
yerlerde olduğu müddetçe; sorumluluğu daha da bir atıyoruz üzerimizden ve kendi yağımızda kavruluyoruz.

Gidenler gitmese değerini bilecek miydik? Kalanlar beklemese peki; kalanların değerini? Her şey bir yana ne zaman bir yol çıksa karşımıza ikiye ayrılsa, bir o kadar
ayrılıyoruz bizimle gelenlerden... Olur mu; tabi ki bizim seçtiğimiz yoldan gidilecek! Heyhat...

Adalet bir nevi intikam olsa gerek. Kısasa kısas yani. Herkes adil değil. Kimi zaman izlediğimiz takımın maçlarındaki hakemler, herhangi bir savcı, davamızın haklılığına inanmayan dostlarımız,
bazen annemiz, bazen en yakın dostlarımız, kimi zaman sevgilimiz, eşimiz, kardeşimiz... Öyle bir zaman gelir ki; inancın kalmaz, heyecanın biter, birkaç çizgi belirir yüzünde...
Ellerini açarsın Yaradan`a, dua edersin. Belki bir hayırdan olmaz ama isyan edesin gelir ya; işte zaman da adaletsiz olduğundan sinirlerimiz tavana zıplar.
İşte öyle bir anda kendimizi tutalım ve nereden, hangi yoldan gideceğimizi biz belirleyelim. İnsanlar göz merceğinden beynine ulaşan insanların dediklerini daha bir önemserler.
Sizin beyninize göz merceğinizden ulaşan herkesin göz merceğine siz ulaşmalısınız. Ulaşmalısınız ki; bundan sonraki adımlarınızı daha sağlam atabilesiniz. Ulaşmalısınız ki;
tek bir bakış açısıyla asıl gerçeği gözlemleyebilesiniz.

Bağımsızlığına düşkün insanlar kendi hayatlarında başka insanların dediklerini önemsemezler. Sorumluğuna düşkün insanlarsa, birçok şeyi göz ardı etmeyerek çoğu zaman
başarıya ulaşabilir. Lakin; devir ``güven`` devri. Bazen filmlerde bir subliminal mesaj alırsın istemeden ``Kimseye Güvenme`` temalı.
İlişkilerde bazı filmleri yanlış anlarız. Örneğin; ``arkadaştan öte`` filmini... Orada anlatılmak istenen sadece cinsellik değil, iki insan ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin
illa ki birbirine aşık olacaktır anlamını taşıyordu. Yani; o film yeni modernlik mottosuna kapılan yeni nesil anlayışındaki tarzda bir yapım değildi.

Asıl söylemek istediğim o kadar kısa ki hayat... Birilerini kırarak, inciterek kendi hayatımızda birçok şeyin yolunda gitmesini beklemek hiç adil değil. Bu adalet büyük ülkelerin,
büyük yapıtların, büyük kanalların, büyük işletme ve fabrikaların, büyük devletlerin siyasi partilerinin oluşturduğu, hatta geçmişte tarihe bakacak olursak büyük büyük kralların ve
krallıkların oluşturduğu bir olgu yalnızca. Kendi hayatımıza ve hayatımıza giren insanlara onlardan daha adil olmak işin başında geliyor.

Ola ki; yolun başında güvenmiyorsan yola çıktığın birine; her yanda uçurumlar, engebeli yollar, labirentler var olacak ise...
Şayet; yorulunca manzaraya yukarıdan bakacaksanız birlikte...ilk düşüneceğin şey onun seni itmesi ise...
At kendini yarlardan! Böylesi daha iyi. Böylesi daha adil.

Ola ki; gerçekten güveniyorsan yolca çıktığın birine; her taraf ateşlerle dolu da olsa... Tut onun ellerinden ki; böylesi daha adil.
 Brecht`in bir dizesiyle bitireyim.
‘’Yedi kapılı teb şehrini kuran kim? Kitaplar yalnızca, kralların adını yazar.
Ne oldular dersin duvarcılar, çin Seddi bitince? ‘’

Geride Bırakılan Suretler- Makale - Hayal Çankay-


İlk aşklarıyla beraberliğini sürdüren insanlar var mıdır hala?
Ya da geçmişte yaşanan tüm aşklar  temize çekilip o ``son kişi``ye ``senden öncesi yalan`` gibi süslü cümleler kurarak 
daha mı azalıyor üzerimizden acılar? Daha mı çok kandırıyoruz, daha mı çok kandırılıyoruz? Bundan sonra her geleni de elekten geçirip
bir daha aramayacak mıyız yoksa?

Kişilik oturmadan önce, hızlı zamanlarımızda ezip geçtiğimiz, kırdığımız kalpler bir gün karakterimiz yerine oturduğunda, bize de aynısı yapıldığında
daha mı muhtaç olacaklarımız olacak yoksa?

``Senin değerini bilememişim`` cümlesini kuracağımız insanlardan af diler gibi bakışlarımızı mı saklayacağız?
Milyonların arasında yürürken, bazen binlerin, bazen yüzlerin... Nasıl dünya küçükse, o kocaman kalbimiz o insanların arasında yürüyen yüzü tanıdık gelen
bir tanımadığın suratında mı kaybolacak?
Kalbimizi yakanların mutsuzluğunu seneler sonra gördüğümüzde daha mı mutlu olacağız acaba? Paylaşılacak o kadar çok şey varken sadece almanın, 
çıkarımızın derdine düşmek bize başkasının kırılan kalbini değil de, neyi kazandıracak?

Ucuz stratejilerle hayatımıza aldığımız insanların sayısını yükselterek skorun peşinde mi koşuyoruz? Yaşlandığında, çizgiler aman vermezken yüzümüzde, 
göz altlarımız torbalaşınca ve umudumuz bittiğinde, etrafımızda kimse kalmadığında, yalnızlaştırıp izole ettiğimizde kendimizi ve ölümü beklerken
çıksalar karşımıza pişmanlıkla mı bakardık hala aynı bakan gözlerin içine...

Kalbimizi kıran, yıllardır peşinde ya da zihnimizde koşturduğumuz insanlar yıllar sonra bize pişmanlıkla baksa; aynı hisle bakamasak ona, o eski hazzı, 
eski heyecanı duyamasak, affedebilir miyiz yine? Diyelim ki o kadar temiz kalbimiz, affedebiliriz. Dinçken, en güzel günlerimizi başkalarıyla heba edip
harcarken kötü günlerimizi, çizgilerimizi mi sevdireceğiz ona? 

Onunla yaşayacağımız her şeyin bir listesini yaparken, bir ömrün bile bunları yaşamamıza izin vermeyeceğini algılayamıyor muyuz?
Kendi kendimize yaptık. Çoğaldıkça insanlar, yenilikçiliği, modernliği yine yanlış anladık.

Kolayı seçmek kolay... Ömrü boyunca çalışan bir insanın bir hafta tatili mi, emekli olmayı bekleyip çıktığı tatil mi güzeldir?
En güzel senelerini yanlış insanlarla deneyip yanılma yöntemiyle yaşamak mı, tek biriyle her şeyi keşfetmek mi güzeldir?

Elbette karşımıza çıkan her insan doğru insan değil, lakin; heyecan duyduğumuz insanlardan beklentilerimiz çok ağır değil mi? Burnu neden büyük?
Olur mu burnu büyük ya da yamuk olmamalı. Kusursuz olmalı. Mükemmeliyetçiyiz ya... Biz kusursuzuz ya!
Peki; daha önce kimsenin yaşatmadığı günleri, sohbeti, eğlenmeyi hesaba katmıyor muyuz? Tükettikten sonra mı gördük şeklini, şemalini...
Aslında aynı. İlk gördüğünle aynı. 

Geride bıraktığımız ya da bırakacağımız insanlar yıllar sonra ilgiler üzerimizden kaybolduğunda, karşı cins yüzüne bakmadığında, gençken yaşlı teyzeleri, dedeleri
sokakta yürüyen yaşayan ölü gibi gördüğümüz gibi bizi gördüklerinde de bizi sevecek mi?
Kıl payı kaçırılan mutluluklar birkaç hevese kurban gidiyor. Öyle ya; bizim tek sorunumuz nasılsa piyonda şah da aynı kutuya konuluyor sanmamız.
Biraz tükettikten sonra şahı camdan dışarı fırlatacağız her zamanki gibi ve hiçbir zaman tatmin olamayacağız seçimlerimizden...

Ne demişler:
``İnsan elde edemediği her şeyin delisi; elde ettiği de her şeyin nankörüdür.``

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Veresiye

Fransız sokaklarında yürümek kolaydı, yarı çıplak.
İstanbul'da ana avrat sövüyordu birileri.
Birkaç kendini modern sanan ise,
İçine atıyordu toplumsal baskısını.
Bazı kadınlar eteğine bakıp cık cık cık sesleriyle mahalleyi galeyana getiriyordu.
Belki onlardan daha namusluydun.
Onlar bilmiyordu.
Kapın açık yatmamayı öğrettiler.
Annen, abin, baban, kardeşin sana karışmazken...
Onlar senin anana babana sövüyordu.
Ve tüm evren senin görüşünü önemsemeden,
Susturuyordu.
Onlar;
Bir fahişeden daha da günahkarlardı.
Veresiyeydi onların sevdası.
Çıplaklığı...
Sense aldırmadan salına salına yürüyordun.
İçini biliyordu Tanrı.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

HAYAL ÇANKAY - FOTOĞRAF - GÖRSEL

HAYAL ÇANKAY

ÖYLE BİR SEVDİM Kİ;

Öyle bir sevdim ki;
Bir akşam üstü gelir sandım beklediğim yere.
Bekledim, sabaha kadar... Gelmedi.
Öyle bir sevdim ki;
Kendimi fırtınada çırpınan bir yelken sandım.
Boğuldum, sabaha kadar... Sandaldım.
Öyle bir sevdim ki;
Sokağından geçtim sevdanın, çalkalandı mahalle.
Bağırdım sabaha kadar, duymadı yine.
Öyle bir sevdim ki;
Adak adayıp kesmedim başıma bir şey gelsin diye;
Kanadı içim, aktı yüreğime... Görmedi.

Öyle bir sevdim ki;
Kendi masalımızı yazardık belki...
Kahraman gibi salınırken karşımda bir tilki. Masaldı Allah'tan ki.

Öyle bir sevdim ki;
Bir meşe ağacının gölgesinde uyumuşum halbuki...
Acelece yazmışım meğer bizi.
HAYAL ÇANKAY